Ana içeriğe atla

sur

 




hiç demir yalamadan bilmek kandaki metalik tadı

hiç görmeden inanmak ve dilenmek tanrıdan

hiç sevilmemişken daha öğrenebilmek sevdalanmayı

hiç ölmeden daha korkmak bir daha uyanamamaktan

hepsi aynı kapı hepsi aynı yanılgı

sanki bir beni bir de bilinmezlikleri yaratmış tanrı

insan mı? insan, bilinmezliğin göbek adı

ba'sü ba'de'l mevt

sur'a ikinci kez üflenmiş ve sanki bir tek benim çürüyen bedenim kalkmış ayağa

üzerimde mor bir elbise

cebimde sakız

kulağımda sallanan bir küpe

etrafta kimseler yok

bakınmışım devasa kapıları olan cennet

sıcaklığı çok uzaktan hissedilen cehennem nerede diye

benden ve aydınlıktan başka bir şey görememişim hiçbir yerde

çürümek yetmiyormuş belirsizlikleri yok etmeye

hep bugünü beklemiştim oysa

ilahi adalet yerini bulacak ve herkes hak ettiğini alacak diye

bütün insanlık dev bir ekrandan izleyecekti yaptığı kötülükleri

moraracaktı utançtan yüzleri

ayaklar altında çiğnenecekti zalimler

sallandırılacaktı bir meydanda masumların gözünden yaş dökenler

oysa bir tek benim çürüyen bedenim kalkmış ayağa, en mutlu zamanlarını yaşarken ki en diri haliyle

üzerimde mor bir elbise

cebimde sakız

kulağımda sallanan bir küpe

bunların hepsi ya işaretti ya da bir bilmece



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Senin Suçun Değildi

  Hava her zamankinden daha sıcaktı. Ağustos’un kendini sonbahara bırakmasına beş gün kalmıştı. Bir yere yetişmeye çalışır gibi hızlı hızlı yürüyordum. Oysa hiç acelem yoktu. Kafamdaki sesleri kovalarken hızlanmış ve sıcağın da etkisiyle nefes nefese kalmıştım. Dinlenmek için gölge bir yer aradı gözlerim. Aşık paşa camiinin yanındaki çocuk parkı dikkatimi çekti. Ihlamur ağacının altındaki banka yöneldim. Oturdum ve gözlerimi kapattım. Birkaç ay önce olsa ıhlamur çiçeklerinin beni nasıl hapşırtıp, rahatsız edeceğini düşünürken bir anda hapşırmaya başladım. “Çok yaşa” dedim kendime. O sırada parkın yanındaki camiden “El Fatiha” sesi yükseldi. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizginin, inciten gülümsemesi yayıldı yüzüme.  Sessiz sakin diye oturduğum park bir anda çocuk bahçesine döndü. Babasıyla cuma namazını kılan çocukların koşuşturması sardı etrafımı. Oradan kalkıp; kendimi Cibali’ye doğru bırakmakla, orada kalıp etrafımdaki seslerin, kafamdaki sesleri susturmasını beklemek aras...

Bırak, öleyim.

7 yıl önce bir cenazeye yetişmeye çalışırken otobüste tanıştığım,    yol boyunca benimle ağlayan o an hiç tanımadığım, sonra hayatımın en güzel parçalarından bir olan    Sevim teyze ölmüş geçen hafta. Kızı aradı beni “Sevim teyzeni kaybettik” dedi. “Eşyalarını toplarken, günlüğündeki satırlarda sana rastladık çok kez, günlükleri sende kalmalı diye düşündük. Karamürsel’e geldiğinde bize mutlaka uğra...”  12.05.2013 Sana mecbur kalmamak için, kendime mecbur kaldım. Sen kendine mecbur kalmak nedir bilir misin? Hiç aynanın karşısına geçip ağladın mı haline, gözyaşını silmek istersen kestin mi aynadaki çatlaklarla ellerini? Seni taklit eden yansımana üzüldün mü hiç? Başkasını o halde görsen kahrolursun, ama kendine mecbur kaldıysan uzun uzun bakar sadece biraz üzülürsün.  Seninle daha doğrusu, senin hatıralarınla bir daha karşılaşmamak için uzun uzun yürüyüşler yapmayı en sevdiğim sahile bile gitmedim. Zihnimin anı sokaklarında alzaymır olmayı seçtim....

Yüz’leş

Ne çok çaresizlik yüklü omuzlarında... Ne çok yalan birikmiş ovalamadan yıkadığın avuçlarında... Gideceğin yerler, kalacağın yerlerden çok olmuş. Ne çok kovulmuşsun ummadığın kapılardan... Ne çok aramışsın paspas altında anahtar. Ne çok istemişsin zillere basıp kaçmak... Ne çok yetişmemiş ellerin, zile basabileceğin noktaya. Parmak uçlarını kırmışlar senin, nasıl da yükselememişsin bir daha. Kir akıyor yüzünden, çamura bulanmış gözlerin, bakışların umutsuzluktan daha öte. Neden hissedemedin yaklaşan kıyameti? İlla ki görmen mi gerekirdi ateşi? Hissedemedin mi tenini yakmaya hazırlanan sıcaklığı, kulağını sağır edecek çığlıkları, saniyede 35 kez ölmek isteyeceğin korkunç karmaşayı? Ne çok var olmadan, yok olmuşsun yine... Ne çok var hissettirip, yokluğuna çekmişsin güzelim yürekleri... Tek kelimenle dünyayı yakabilecekleri... Neden güzel yüzün bu kadar? Neden ellerin ince? Neden bu kadar sert o ağzından çıkan sözlerin? Neden burnun sadece pislik kokusu almak içi...