Ana içeriğe atla

Ayakkabı

 


 Yeni bir ayakkabı aldım geçen gün, dizlerime kadar uzun böyle. Çıkarmadım ayağımdan giydiğim ilk gün yatana kadar. Kimseyi umursamadan bastım halılara, paspaslara, yeni silinmiş parkelere... Sıcak tutuyordu. Galiba biraz da sevdim. Gecenin sonunda acıttı canımı, çıkarttım. Bir daha giymem dedim seni, acıtmasaydın.

Bir şey demedi, çünkü ayakkabılar konuşamaz. Bazı insanlar da...

Geçen gün demişken; doktor operasyondan önce 2018 yılına ait biyopsi sonuçlarını da getir, göreyim dedi. Getiremem dedim, bulamam şimdi. Hiç tanımadığım insanlar benden geçmişimi önlerine getirmemi istiyor. Götüremem.

Baş edemediğim sindirim sistemimle ilgilensin diye gittiğim doktor önce kalbimi dinledi.

“Biri... Kalbimi dinledi...”

Tıpça bir şeyler söyledi anlamadım, bir tuhaflık varmış.

Operasyona gelmeden önce mutlaka kardiyoloji uzmanı görsün seni. Var mıydı? dedi bir hastalığın.

Yok dedim, atıp duruyor işte.

Sol elin de çok titriyor, tansiyonun çok düşük. Kararmıyor mu dedi hiç gözlerin. Yok dedim.

“Hiç tanımadığım birine hangi karanlığımı anlatacaktım?”

Tam 42 dakika dinledi beni, 2 sayfa not aldı karşımda. Bak bu sensin dedi bedenimi çizdi. Burada bu var, şurada şu tutulum var, bak buradan öteye yayılması iyi olmaz... Kanser falan, ihtimaller bir şeylerden bahsediyordu, dinlemedim. Ben o çöp adam bedeninde kalbimi arıyordum. Eksik bir şey kaldı mı, var mı atladığımız bir şey dedi de toparlandım. Yok dedim yeniden.

“Cumartesi günü görüşürüz doktor, bakarsın eksik bir şey kalmış mı sindiremediğim sistemimde.”

Neyse işte o geçen gün ayakkabıya kızdım, babama bağırdım. Sevdiğin bir şey seni acıtınca, seni en çok sevene bağırabiliyorsun galiba.

“Senin sevdiğin seni acıtır da yine de çıkarmazsın bütün gün ayağından...”

Sabahın beşinde Buğday’la konuştuk biraz... “İyi olmak zorunda değilsin ki.” dedi bana. İyi olmak zorunda değilim. Uzun zaman sonra yüksek sesle “kötüyüm” diyebiliyorum soranlara.

Annem üzülmesin ama kötü hissetmek hiçbir şey eksiltmez o gücüm dediğim balondan...

Şifacı ya da yara saracak birini aramıyorum hayatımda. Hiç aramadım. Hep dedim ki; “bak yara burada, kabuk bağlamasını beklemeden bakma bi daha.”

Kimi öpmek istedi, iyileşir diye. Mikrop bulaştırmak pahasına.

Kimi dedi bir kere daha göster, göremedim detaylıca...

Kimi dedi küçük bu yara gel biraz daha kanatalım etraflıca... Eskidendi bunlar, şimdi başka.


 Zor günlerden geçiriyormuşum öyle diyorlar. Haberleri yokken daha mı kolay geliyordu hayatım onlara?

İçten bir “nasılsın?”ı çok görenlerin dünyasında yaşamaya çalışıyoruz işte düşe kalka...




Yitirilmiş bazı şeyler

Kelimeler, düşler, mümkünü olan hikayeler

Bazı kavuşmalar mahşere kalmış

Bazı davalar, bazı haksızlıklar

Her karanlığın sonu aydınlıkmış

Birileri buna bel bağlamış

Güneş hiç batmayacak sanmış

Bir enkazdan önce oyuncak bebek çıkmış

Sonra kocaman gözlerle korkuyla bakan bir bebek

Bazı binalar yıkılırken yalnızlık kusmuş

Bazı enkazlar bir bebeğin anne babasını yutmuş

Bir adam “değmez” deyip susmuş

Bir kadın “değmez” olduğuna inandırılıp susturulmuş

Bir kedi korkudan ağacın dibine sokulmuş

Bir ağacın yaşı halkalarından okunurmuş

Issız bir ada yanına alacağın üç şey için çok bozulurmuş Aseton kokusu binbir rengi soldurmuş

İki avuç içine kaç dua sıkışmış

Ayağa takılan taş sana gittiğin yolu unutturmuş

Saatin tik takları zihnine ritim tutmuş

Ekmeğin kenarı koparılmış

Bisküvi çaya batırılmış

Kablolar birbirine dolanmış

Bir çoban sürüsünü özgür bırakmış

İçinde bir yerlerde boşluk kalmış

Kolanın köpüğü bardaktan taşmış

Bir hastanın fişi çekilmiş

Uyanmış


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Senin Suçun Değildi

  Hava her zamankinden daha sıcaktı. Ağustos’un kendini sonbahara bırakmasına beş gün kalmıştı. Bir yere yetişmeye çalışır gibi hızlı hızlı yürüyordum. Oysa hiç acelem yoktu. Kafamdaki sesleri kovalarken hızlanmış ve sıcağın da etkisiyle nefes nefese kalmıştım. Dinlenmek için gölge bir yer aradı gözlerim. Aşık paşa camiinin yanındaki çocuk parkı dikkatimi çekti. Ihlamur ağacının altındaki banka yöneldim. Oturdum ve gözlerimi kapattım. Birkaç ay önce olsa ıhlamur çiçeklerinin beni nasıl hapşırtıp, rahatsız edeceğini düşünürken bir anda hapşırmaya başladım. “Çok yaşa” dedim kendime. O sırada parkın yanındaki camiden “El Fatiha” sesi yükseldi. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizginin, inciten gülümsemesi yayıldı yüzüme.  Sessiz sakin diye oturduğum park bir anda çocuk bahçesine döndü. Babasıyla cuma namazını kılan çocukların koşuşturması sardı etrafımı. Oradan kalkıp; kendimi Cibali’ye doğru bırakmakla, orada kalıp etrafımdaki seslerin, kafamdaki sesleri susturmasını beklemek aras...

Nazife Hala

Nazife Halam, Emine yengeyle evlenmeden önce askermiş, Kara kuvvetlerinde hatırı sayılır bir mertebedeymiş. Evlendikten 3 yıl sonra Diyarbakır’da bir köye tayin emri gelmiş. Halam, ilk başlarda yengemi oraya götürmek istememiş. “Ben karımı çatışmaların içinde yaşatamam” demiş. Ama bir süre sonra Emine yengenin kararlılığını görünce “tamam” demiş. Zaten en başından beri karısından ayrı kalma fikri içine sinmemiş ama seçimi o yapsın istemiş.  Emine yenge, annemin anlattığına ve elimizde kalan fotoğraflarda gördüğüme göre kusursuz bir güzelliğe sahipmiş. Kusursuz olan tek şeyi güzelliği değil, halama karşı olan olan aşkı da öyleymiş. Yaydığı güzel enerjiyle bunu fark edemeyen insan olamazmış.  Ben sadece halamın yıllardır dinmeyen aşkının şahidiyim. Çok sevdiği karısının halama karşı bakışlarını hiç göremedim.  Benim doğduğum yıl taşınmışlar Diyarbakır’a... Ben 3 yaşındayken de Emine yengem vefat etmiş.  Şimdi 18 yaşındayım, Nazif amcam 15 yıldır ha...

Bırak, öleyim.

7 yıl önce bir cenazeye yetişmeye çalışırken otobüste tanıştığım,    yol boyunca benimle ağlayan o an hiç tanımadığım, sonra hayatımın en güzel parçalarından bir olan    Sevim teyze ölmüş geçen hafta. Kızı aradı beni “Sevim teyzeni kaybettik” dedi. “Eşyalarını toplarken, günlüğündeki satırlarda sana rastladık çok kez, günlükleri sende kalmalı diye düşündük. Karamürsel’e geldiğinde bize mutlaka uğra...”  12.05.2013 Sana mecbur kalmamak için, kendime mecbur kaldım. Sen kendine mecbur kalmak nedir bilir misin? Hiç aynanın karşısına geçip ağladın mı haline, gözyaşını silmek istersen kestin mi aynadaki çatlaklarla ellerini? Seni taklit eden yansımana üzüldün mü hiç? Başkasını o halde görsen kahrolursun, ama kendine mecbur kaldıysan uzun uzun bakar sadece biraz üzülürsün.  Seninle daha doğrusu, senin hatıralarınla bir daha karşılaşmamak için uzun uzun yürüyüşler yapmayı en sevdiğim sahile bile gitmedim. Zihnimin anı sokaklarında alzaymır olmayı seçtim....