Ana içeriğe atla

Kan.

 

Seninle aramızda hayal kırıklıkları var kardeşim. Kavuşamıyoruz, mesafemiz çok uzak, kırıklara basa basa yürüyecek ne ayak ne göt var bizde.


Seninle aramızda tozdan daha uçucu, tuzdan daha yakıcı, baldan daha yapışkan gerçekler var kardeşim. 

Kavuşamayız çünkü senin gidecek başka kapıların var. 


Seninle aramızda kan var kardeşim. 

Aynı anne-babadan doğmamızdan kaynaklanan kan bağından bahsetmiyorum. Bizim aramızda kan var. 

Yere düştüğümde, kanayan dizlerimi silmediğin kanlar var. Yatağıma koyduğun bıçaklar yüzünden yara izleriyle dolu sırtımdan akan kanlar var. 

Ağzını burnunu kırmak isteyip, sonra seni o halde hayâl ettiğimde gördüğüm kanlı yüzün var. 

Seninle aramızda benim sadece hayâl etmekle yetindiğim, senin gözünü kırpmadan yapabildiğin yanlışlar var.


Seninle aramızda hâlâ bir şeyler var kardeşim. 

Anne, babamızın mezarına çöküp ağladığımızda dökülen aynı gözyaşları var. 

Yüzüme bak, kaşlarımızın üstünde aynı yerde simsiyah benlerimiz var. 

Yüzsüzlüğüme bak. İyi bak, orada hâlâ seni sevebiliyor olmam var. 


Kavuşamayız kardeşim. Senin bana karşı beslediğin kin ve haset var. Çocukken annemin bize aldığı iki gofretin ikisini de sana vereceğimi bildiğin halde; ilk gofreti bitirip, ben yememeyim diye ikinciye tükürdüğün kötülükler var. 

Ben gülersem, sen gülemezsin kardeşim. 

Ben gülersem, sen büyürsün; kin, nefret ve hırsla.


Biz kavuşmayalım kardeşim.

Ama sen hep kardeşim kal. 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Senin Suçun Değildi

  Hava her zamankinden daha sıcaktı. Ağustos’un kendini sonbahara bırakmasına beş gün kalmıştı. Bir yere yetişmeye çalışır gibi hızlı hızlı yürüyordum. Oysa hiç acelem yoktu. Kafamdaki sesleri kovalarken hızlanmış ve sıcağın da etkisiyle nefes nefese kalmıştım. Dinlenmek için gölge bir yer aradı gözlerim. Aşık paşa camiinin yanındaki çocuk parkı dikkatimi çekti. Ihlamur ağacının altındaki banka yöneldim. Oturdum ve gözlerimi kapattım. Birkaç ay önce olsa ıhlamur çiçeklerinin beni nasıl hapşırtıp, rahatsız edeceğini düşünürken bir anda hapşırmaya başladım. “Çok yaşa” dedim kendime. O sırada parkın yanındaki camiden “El Fatiha” sesi yükseldi. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizginin, inciten gülümsemesi yayıldı yüzüme.  Sessiz sakin diye oturduğum park bir anda çocuk bahçesine döndü. Babasıyla cuma namazını kılan çocukların koşuşturması sardı etrafımı. Oradan kalkıp; kendimi Cibali’ye doğru bırakmakla, orada kalıp etrafımdaki seslerin, kafamdaki sesleri susturmasını beklemek aras...

Bırak, öleyim.

7 yıl önce bir cenazeye yetişmeye çalışırken otobüste tanıştığım,    yol boyunca benimle ağlayan o an hiç tanımadığım, sonra hayatımın en güzel parçalarından bir olan    Sevim teyze ölmüş geçen hafta. Kızı aradı beni “Sevim teyzeni kaybettik” dedi. “Eşyalarını toplarken, günlüğündeki satırlarda sana rastladık çok kez, günlükleri sende kalmalı diye düşündük. Karamürsel’e geldiğinde bize mutlaka uğra...”  12.05.2013 Sana mecbur kalmamak için, kendime mecbur kaldım. Sen kendine mecbur kalmak nedir bilir misin? Hiç aynanın karşısına geçip ağladın mı haline, gözyaşını silmek istersen kestin mi aynadaki çatlaklarla ellerini? Seni taklit eden yansımana üzüldün mü hiç? Başkasını o halde görsen kahrolursun, ama kendine mecbur kaldıysan uzun uzun bakar sadece biraz üzülürsün.  Seninle daha doğrusu, senin hatıralarınla bir daha karşılaşmamak için uzun uzun yürüyüşler yapmayı en sevdiğim sahile bile gitmedim. Zihnimin anı sokaklarında alzaymır olmayı seçtim....

Yüz’leş

Ne çok çaresizlik yüklü omuzlarında... Ne çok yalan birikmiş ovalamadan yıkadığın avuçlarında... Gideceğin yerler, kalacağın yerlerden çok olmuş. Ne çok kovulmuşsun ummadığın kapılardan... Ne çok aramışsın paspas altında anahtar. Ne çok istemişsin zillere basıp kaçmak... Ne çok yetişmemiş ellerin, zile basabileceğin noktaya. Parmak uçlarını kırmışlar senin, nasıl da yükselememişsin bir daha. Kir akıyor yüzünden, çamura bulanmış gözlerin, bakışların umutsuzluktan daha öte. Neden hissedemedin yaklaşan kıyameti? İlla ki görmen mi gerekirdi ateşi? Hissedemedin mi tenini yakmaya hazırlanan sıcaklığı, kulağını sağır edecek çığlıkları, saniyede 35 kez ölmek isteyeceğin korkunç karmaşayı? Ne çok var olmadan, yok olmuşsun yine... Ne çok var hissettirip, yokluğuna çekmişsin güzelim yürekleri... Tek kelimenle dünyayı yakabilecekleri... Neden güzel yüzün bu kadar? Neden ellerin ince? Neden bu kadar sert o ağzından çıkan sözlerin? Neden burnun sadece pislik kokusu almak içi...