Ana içeriğe atla

Bulaşık




Kirli bulaşıkları sünger kullanmadan sadece suyla temizleyemeye çalıştığım aklıma geldi. Su aktıkça, tabağa yapışmış yemek kalıntısının ısrarla tutuşununu kendime benzettim. Hafifçe süngeri değdirsem, yumuşar, bırakırdı kendini. Daha tam kurumamıştı belli ki.
Onlar; 
Kirlettikleri her duyguma su tuttular. Çıkmadı kir. Vazgeçtiler, sonra temizlerim nasılsa deyip, bir kenara bıraktılar. Beni. 
Bir gün yemek yiyebilecek temiz tabak kalmadı evlerinde. Sıra bana geldi, beni temizlemeliydiler ki karınları doysun ve daha az açgözlü olabilsinler başkalarına. 
Tekrar denediler su döküp temizlemeyi. Yine olmadı. Bu sefer sünger geldi akıllarına. Süngerin o sert, tırtıklı yeriyle ovaladılar kirlenen duygularımı. Bazen o yetmedi kiri çıkarmaya. Çatalla kazımaya çalıştılar. Söküldü yapışan kirler. Ama çok çizildi tabak, hiç görmediler.
Çizildiğimi görmediler ama eskidiğimi fark ettiler. Önce eve gelen misafirlerin önüne koymamaya çalıştılar beni... Sonra pirinç bile ayıklamadılar çizilmiş duygularımın içinde. Atmadılar da... Öylece beklettiler belki bir gün lazım olurum diye. Evlerini taşıdılar, eşyalarını kutulara koydular. Göz göze geldik her defasında... Ben onlara baktım, onlar bana. Hiçbiri kıyamadı, o çizikler içinde bıraktıkları tabağı atmaya. Anılarmış insanı yaşatan... Götürmelilermiş gittikleri yerlere. Belki bir gün o tabağa bakıp, hatırladığı bir anı sayesinde tutunurlarmış hayata. 
Ben tabaktım ama işte. “Belki” bile değildim. “Belki” daha anlamlıydı onların hayatında... Umuttu, ihtimaldi. O bile benden çok güzeldi.
Bir gün eve bir misafir geldi. Çat diye düşürdü beni, kırıldım mutfağın tam ortasında. Kırılmak değildi o, paramparçaydım. Ev sahibi girdi mutfağa bana baktı, sonra “dur canım” dedi “dikkat et, kırıklar ayağına batmasın.”
Canı ben değildim. Kırıklardım ben. 
Mavi çöp poşetiyle attılar beni çöpe.
Yıllarca oradan oraya sürüklediler çizik tabağı. Anıydı o tabak , yaşamalıydı. Ama herkes biliyordu bir gün mutlaka biri o eve gelecek kıracaktı tabağı orta yerinden. 
Misafir kırdı tabağı, ev sahibi derin bir oh çekti. Misafir yapsa sorun olmazdı. Ama ya ev sahibi kırsaydı, vicdan yapardı, unutamazdı. 
Misafir evden çıktı, ev sahibimin ona aldığı çiçekleri çöp konteynerına fırlattı. Benim üstüme düştü çiçekler. 
Çiçeklerin arasında gül varmış, dikeni bana çok battı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Senin Suçun Değildi

  Hava her zamankinden daha sıcaktı. Ağustos’un kendini sonbahara bırakmasına beş gün kalmıştı. Bir yere yetişmeye çalışır gibi hızlı hızlı yürüyordum. Oysa hiç acelem yoktu. Kafamdaki sesleri kovalarken hızlanmış ve sıcağın da etkisiyle nefes nefese kalmıştım. Dinlenmek için gölge bir yer aradı gözlerim. Aşık paşa camiinin yanındaki çocuk parkı dikkatimi çekti. Ihlamur ağacının altındaki banka yöneldim. Oturdum ve gözlerimi kapattım. Birkaç ay önce olsa ıhlamur çiçeklerinin beni nasıl hapşırtıp, rahatsız edeceğini düşünürken bir anda hapşırmaya başladım. “Çok yaşa” dedim kendime. O sırada parkın yanındaki camiden “El Fatiha” sesi yükseldi. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizginin, inciten gülümsemesi yayıldı yüzüme.  Sessiz sakin diye oturduğum park bir anda çocuk bahçesine döndü. Babasıyla cuma namazını kılan çocukların koşuşturması sardı etrafımı. Oradan kalkıp; kendimi Cibali’ye doğru bırakmakla, orada kalıp etrafımdaki seslerin, kafamdaki sesleri susturmasını beklemek aras...

Nazife Hala

Nazife Halam, Emine yengeyle evlenmeden önce askermiş, Kara kuvvetlerinde hatırı sayılır bir mertebedeymiş. Evlendikten 3 yıl sonra Diyarbakır’da bir köye tayin emri gelmiş. Halam, ilk başlarda yengemi oraya götürmek istememiş. “Ben karımı çatışmaların içinde yaşatamam” demiş. Ama bir süre sonra Emine yengenin kararlılığını görünce “tamam” demiş. Zaten en başından beri karısından ayrı kalma fikri içine sinmemiş ama seçimi o yapsın istemiş.  Emine yenge, annemin anlattığına ve elimizde kalan fotoğraflarda gördüğüme göre kusursuz bir güzelliğe sahipmiş. Kusursuz olan tek şeyi güzelliği değil, halama karşı olan olan aşkı da öyleymiş. Yaydığı güzel enerjiyle bunu fark edemeyen insan olamazmış.  Ben sadece halamın yıllardır dinmeyen aşkının şahidiyim. Çok sevdiği karısının halama karşı bakışlarını hiç göremedim.  Benim doğduğum yıl taşınmışlar Diyarbakır’a... Ben 3 yaşındayken de Emine yengem vefat etmiş.  Şimdi 18 yaşındayım, Nazif amcam 15 yıldır ha...

Bırak, öleyim.

7 yıl önce bir cenazeye yetişmeye çalışırken otobüste tanıştığım,    yol boyunca benimle ağlayan o an hiç tanımadığım, sonra hayatımın en güzel parçalarından bir olan    Sevim teyze ölmüş geçen hafta. Kızı aradı beni “Sevim teyzeni kaybettik” dedi. “Eşyalarını toplarken, günlüğündeki satırlarda sana rastladık çok kez, günlükleri sende kalmalı diye düşündük. Karamürsel’e geldiğinde bize mutlaka uğra...”  12.05.2013 Sana mecbur kalmamak için, kendime mecbur kaldım. Sen kendine mecbur kalmak nedir bilir misin? Hiç aynanın karşısına geçip ağladın mı haline, gözyaşını silmek istersen kestin mi aynadaki çatlaklarla ellerini? Seni taklit eden yansımana üzüldün mü hiç? Başkasını o halde görsen kahrolursun, ama kendine mecbur kaldıysan uzun uzun bakar sadece biraz üzülürsün.  Seninle daha doğrusu, senin hatıralarınla bir daha karşılaşmamak için uzun uzun yürüyüşler yapmayı en sevdiğim sahile bile gitmedim. Zihnimin anı sokaklarında alzaymır olmayı seçtim....