Bana sarıldığın sadece iki an hatırımda... Birincisi ben daha çocukken denize girdiğimizde, beni ayaklarımın yere değmediği yerlere götürüşün ve benim artık yüzmekten yorulduğumda panik yapıp sana doğru attığım kulaç ve senin kollarına teslim oluşum... İkincisi senin uzaklara gitmen gerektiğinde yaşadığımız 40 günlük ayrılığın sonunda bir gece yarısı, uykumun en tatlı yerinde odamın kapısını açışın ve asla aynı sıcaklığı yaşayamadığım o güzel kucaklayışın... Sakallarını ilk defa uzun görmüştüm o gece, neredeyse yabancıydı yüzün. Ama gözlerinin hüznü hiç mi silinmez baba...
Biliyor musun baba? Ben hiç kimsenin yüzünü, kolunu, bacağını, saçını, ağzını, burnunu sevmemişim, seni düşünürken fark ettim. Ben bir insanı severken sadece gözlerini hedef almışım. Beni gören gözleri değil, benim kendimi görebildiğim gözleri...
Senin gözlerinde kendimi görüyordum baba. Geleceğimi, düşlerimi, düşüşlerimi, gülüşlerimi, sevgiyi, yenilgiyi... En çokta sensiz beni.
Mezarına güller ektim baba. Biraz da zambak. Kokuları birbirine karışıyor, senin de korkuların bana bulaşıyor.
Traş olurken yanağın kesilecek diye çok korkardın. Benim tenim pürüzsüz ama yine de çok korkuyorum baba. Bir yerlerim kesiliyor ama bıçağı bir türlü bulamıyorum.
Kalbime de çok kesik attılar, hayır seni suçlamıyorum.
Alzaymır olurum da evimin yolunu bulamam diye çok korkuyordun. Ben evimi bulurum da içinde artık seni hatırlayamam diye korkuyorum baba.
Kaza yaparsam çocuklarıma bir şey olur diye araba sürmüyordun. Her çıktığım yolda hava yastıkları beni boğuyor baba. Kaza yapmıyorum ama gördüğüm her viraj bana seni hatırlatıyor, direksiyonu sana doğru çeviriyorum ve uyandığımda yastık yüzüme yapışmış oluyor baba.
Sen sarılmaktan çok korkuyordun. Anneme, bana, abime, ablama...
Ben korkmuyorum baba. Ahtapot gibi sarılıyorum canımın yettiği herkese.
Bana sarılmaya korkmuyorlar baba. Kimse itmiyor, kimse yüz çevirmiyor bana.
Yorumlar
Yorum Gönder