Ana içeriğe atla

Aslı/Mini Sitem


“Bu koltukta oturamam, sen yoksan” dedi Kalben. O an kalbime oturanları düşündüm. Derin bir iç çektim. İçime oturanları düşündüm. Beynim yanacak gibi oldu. Kafama oturtamadığım şeyleri düşündüm bu sefer de. 
Şu kalın kafama oturtamadığım her ne varsa; kalbime sandalye çekip oturmayı beceremeyenler yüzünden. 
Kimi bağdaş kurup çöktü kalbimin üzerine... 
Kimi “oturmaya mı geldik” dedi tepindi en acıyacak yerlerimde. Halbuki bir sandalye kapıp gelselerdi; kendilerinden bir şeyler katıp gelselerdi, herkes kendi yerini kendi seçseydi... Bana sadece misafir etmek gerekseydi. 
Ev sahipliğim hiçbir zaman beğenilmedi. Açık büfe kahvaltılar hazırladım, ben kahvaltıda mısır gevreğimden başka bir şey yenmem dendi. Dip bucak temizledim her yeri... İçeri çamurlu ayakkabılarıyla girip kendi izlerini benim kirim zannettiler. Kuş tüyü yastıklar koydum yataklarına... Sırtlarından bıçaklanmalarının acısını, yatağın yayından zannettiler, burun kıvırdılar. 
Beni kendi evimde yabancı hissettirdiler. 
Beni kendi evinin yolunu bulamayan ayyaştan beter ettiler. 
İyi niyetimden vurdular beni... Namaza bile niyet ederken, “Bunun canımı acıtacak bir tarafı var mı?” diye sorgulamak zorunda bıraktılar. 
Hayatımdaki suçlayabileceğim ne çok insan var diye düşündüm. Hayır bu suçluları ben kendi kafamdan uydurmadım. Hepsinin hayatıma gelişi benim seçimimdi. Benim hoş geldinlerimle çevriliydi. 
Suç hep vardı, suçlu olmak belki bir seçimdi ama kendini görmeden başkalarını suçlamak en büyük çirkinliklerdendi. 

Sonra radyoda çalan şarkının sözlerine odaklandım genç bir adam şarkısında şöyle diyordu; 
Düşe kalka büyüyorum işte
Biraz yaram var ama geçecek bu gidişle
Bu yol nereye gider bilmem ama yürüyorum işte
Yüzüme vuruyor arada fırtınası, korkuyorum ne var?

Tekrarladım; 
Yaram var... 
Yürüyorum...
Korkuyorum...
Geçecek....
Büyüyorum işte.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Senin Suçun Değildi

  Hava her zamankinden daha sıcaktı. Ağustos’un kendini sonbahara bırakmasına beş gün kalmıştı. Bir yere yetişmeye çalışır gibi hızlı hızlı yürüyordum. Oysa hiç acelem yoktu. Kafamdaki sesleri kovalarken hızlanmış ve sıcağın da etkisiyle nefes nefese kalmıştım. Dinlenmek için gölge bir yer aradı gözlerim. Aşık paşa camiinin yanındaki çocuk parkı dikkatimi çekti. Ihlamur ağacının altındaki banka yöneldim. Oturdum ve gözlerimi kapattım. Birkaç ay önce olsa ıhlamur çiçeklerinin beni nasıl hapşırtıp, rahatsız edeceğini düşünürken bir anda hapşırmaya başladım. “Çok yaşa” dedim kendime. O sırada parkın yanındaki camiden “El Fatiha” sesi yükseldi. Ölümle yaşam arasındaki o ince çizginin, inciten gülümsemesi yayıldı yüzüme.  Sessiz sakin diye oturduğum park bir anda çocuk bahçesine döndü. Babasıyla cuma namazını kılan çocukların koşuşturması sardı etrafımı. Oradan kalkıp; kendimi Cibali’ye doğru bırakmakla, orada kalıp etrafımdaki seslerin, kafamdaki sesleri susturmasını beklemek aras...

Nazife Hala

Nazife Halam, Emine yengeyle evlenmeden önce askermiş, Kara kuvvetlerinde hatırı sayılır bir mertebedeymiş. Evlendikten 3 yıl sonra Diyarbakır’da bir köye tayin emri gelmiş. Halam, ilk başlarda yengemi oraya götürmek istememiş. “Ben karımı çatışmaların içinde yaşatamam” demiş. Ama bir süre sonra Emine yengenin kararlılığını görünce “tamam” demiş. Zaten en başından beri karısından ayrı kalma fikri içine sinmemiş ama seçimi o yapsın istemiş.  Emine yenge, annemin anlattığına ve elimizde kalan fotoğraflarda gördüğüme göre kusursuz bir güzelliğe sahipmiş. Kusursuz olan tek şeyi güzelliği değil, halama karşı olan olan aşkı da öyleymiş. Yaydığı güzel enerjiyle bunu fark edemeyen insan olamazmış.  Ben sadece halamın yıllardır dinmeyen aşkının şahidiyim. Çok sevdiği karısının halama karşı bakışlarını hiç göremedim.  Benim doğduğum yıl taşınmışlar Diyarbakır’a... Ben 3 yaşındayken de Emine yengem vefat etmiş.  Şimdi 18 yaşındayım, Nazif amcam 15 yıldır ha...

Bırak, öleyim.

7 yıl önce bir cenazeye yetişmeye çalışırken otobüste tanıştığım,    yol boyunca benimle ağlayan o an hiç tanımadığım, sonra hayatımın en güzel parçalarından bir olan    Sevim teyze ölmüş geçen hafta. Kızı aradı beni “Sevim teyzeni kaybettik” dedi. “Eşyalarını toplarken, günlüğündeki satırlarda sana rastladık çok kez, günlükleri sende kalmalı diye düşündük. Karamürsel’e geldiğinde bize mutlaka uğra...”  12.05.2013 Sana mecbur kalmamak için, kendime mecbur kaldım. Sen kendine mecbur kalmak nedir bilir misin? Hiç aynanın karşısına geçip ağladın mı haline, gözyaşını silmek istersen kestin mi aynadaki çatlaklarla ellerini? Seni taklit eden yansımana üzüldün mü hiç? Başkasını o halde görsen kahrolursun, ama kendine mecbur kaldıysan uzun uzun bakar sadece biraz üzülürsün.  Seninle daha doğrusu, senin hatıralarınla bir daha karşılaşmamak için uzun uzun yürüyüşler yapmayı en sevdiğim sahile bile gitmedim. Zihnimin anı sokaklarında alzaymır olmayı seçtim....