Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Nazife Hala

Nazife Halam, Emine yengeyle evlenmeden önce askermiş, Kara kuvvetlerinde hatırı sayılır bir mertebedeymiş. Evlendikten 3 yıl sonra Diyarbakır’da bir köye tayin emri gelmiş. Halam, ilk başlarda yengemi oraya götürmek istememiş. “Ben karımı çatışmaların içinde yaşatamam” demiş. Ama bir süre sonra Emine yengenin kararlılığını görünce “tamam” demiş. Zaten en başından beri karısından ayrı kalma fikri içine sinmemiş ama seçimi o yapsın istemiş.  Emine yenge, annemin anlattığına ve elimizde kalan fotoğraflarda gördüğüme göre kusursuz bir güzelliğe sahipmiş. Kusursuz olan tek şeyi güzelliği değil, halama karşı olan olan aşkı da öyleymiş. Yaydığı güzel enerjiyle bunu fark edemeyen insan olamazmış.  Ben sadece halamın yıllardır dinmeyen aşkının şahidiyim. Çok sevdiği karısının halama karşı bakışlarını hiç göremedim.  Benim doğduğum yıl taşınmışlar Diyarbakır’a... Ben 3 yaşındayken de Emine yengem vefat etmiş.  Şimdi 18 yaşındayım, Nazif amcam 15 yıldır ha...

Refika Teyze

İyi çocuktu benim oğlum... Hep acelesi vardı. Hep yetişmeye çalışır, hiç anı yaşayamazdı... Bir gün bana cezaevinden mektup yazdı.  Bir cümlesiyle üç tel saçımı beyazlattı.  “Anne, keşke babam bana daha çok sarılsaydı.” Dert babasıydı benim kocam, herkesin derdinin babasıydı. Benim oğlumun da sadece sperm bankası... Oğlum Ali’yle ilk teması minik kolundaki altın künyeyi çekip alırken oldu. “Bu sefer olacak hanım, bu iş kesin tutacak ama önce yatırım yapmam lazım” demişti. Yıllar önce benim kolumdaki bilezikleri de almıştı . Keşke bana da sadece o zaman dokunmuş olsaydı... Ben Ali’ye çok sarıldım... Bulaşıkları yıkadım dönüp ona sarıldım, düşük yaptım gittim ona sarıldım, gündeliğe gittiğim ev sahibi “beceriksiz” deyip yüzüme tükürdü, ağlamadım koştum oğluma sarıldım...  Hiç yetmemiş ki bunlar Ali’me... Yetmemiş ki içindeki o kapanmayan yaraya... Kaç kolum olsa dinerdi ki sızıların? “Ah be Ali, keşke ahtapot olsaydım. Sarıldığım kadar da...

Dönme dolap.

Sana dokunduğumda hissediyor musun? Neyi? Hayretle atan kalbimi, kan değil telaş pompalayan kalbimi... Hiç bilmiyorsun değil mi?  Neyi? Sesini biraz daha duymak için seni soru yağmuruna tuttuğumda beliren o sıkılgan yüz ifadeni...  (Utanmış bir gülümseme) Çok güzel gülümsüyorsun, bunun nasıl da farkındasın değil mi?  (Ses yok) ... (O yok) ... Sorular çok... Cevaplar sadece bilinçdışının yarattığı bir dönme dolap.  Ve dönen dolapta; Öpüşen sevgililer, kavga eden anne-kız, hormon kokan genç oğlanlar, elindeki pamuk şekeri bütün yüzüne bulaştırmış küçük çocuk, sürekli sırtındaki yara izlerini kontrol eden ama elindeki bıçaktan habersiz her şeyin haklısı yaşlı amca, yolcu almak için dönme dolabı her durdurduğunda, zamanı durdurduğunu zanneden aptal bir çalışan... Kendini bu kişilerden birine ait hissedemedin mi?  Hissetmelisin. Üzgünüm hepsi sensin, hepsi senin... Neden konuşmuyorsun ?  Ben yokum . Yalancısın. Asıl...